Etiketler

, ,

Profil ResmimHakk ve Batıl’ın mücadelesi ezelden beri var ve öyle görünüyor ki, ebede kadar da devam edecektir. 

Ebu Cehil’in günümüzde yaşayan nesli değil muhatabım. Onlar için ancak “Allah ıslah etsin” diyebilirim…

Bencileyin Hakk cephesinde yer alan, yarım yamalak inanç ve tevekkülle tereddütler içinde kıvranan, enesinin mahkumu ve onu aşamayan ama ahkâm kesmekten de geri kalmayan zavallılaradır seslenişim. 

Okumaktan ve tefekkür etmekten çok, yazıp konuşuyoruz. Sahip olduğumuz hazineden dahi bi haberiz. 

“Körler Dünyasında” ve onlarla beraber “Hakikâti” arıyoruz belki; elimizde fenerimiz de var ama, ışığını yakmayı beceremiyoruz.! 

İlmihal bilgileriyle idare ediyor, sığ kalıyor, yüzeyde yaşıyor ve bir türlü derinleşemiyoruz.! 

Oysa ne güzel ifade ediyor ve tam da bizi anlatıyor Peygamberimiz (SAV): “Kendi kusurlarıyla meşgul olup, başkasının kusurlarını görmeye fırsat bulamayana müjdeler olsun.”

Biraz mesneviye göz atsak, oradan da gıdalanacak ve ibret alacağız. Bakın ne güzel öğüt veriyor Mevlana hazretleri: “Diline bir düğüm at ve otur. Dinle… Gıybet ve dedikodu, münakaşa ve cedel ve su-i zanlarla dolu söz varsa; ya durma ayrıl, ya da engelle.”

 Ve bir başka tasavvuf büyüğümüz Hacı Bektaş-ı Veli’den uyarı alalım: “Biz dile ve söze değil, öze ve hâle bakarız.”

Son zamanlarda moda olmuşcasına, çaplarına bakmaksızın “Cemaâte” ve mevcut hükumete akıl veren, hizmet ve politikalarını eleştirirken, edep ve haddini çok “Hakk Dostlarını” gördükçe yazmak ihtiyacı duydum.

Bizim de mensubu olduğumuz mazlum ve Müslüman Türk milletinin son iki asırdır, hasseten şu 90 yıldır çektiklerini bilmeden ahkâm kesenlerimizi insafa ve iz’ana davet ediyorum…

Yazmadan ve karalamadan önce biraz okumamızı ve zerrelere takılmaktansa bütünü görmemizi öneriyorum…

Çünkü mikroatomizasyona uğramış, zerrelere ayrışmış ve zerrelerle cedelleşiyoruz.!

Defoları ve eksiklikleri görüyor, beğenmeyip eleştiriyoruz da; hadiselerin arka planına bakmıyor ve nereden nasıl bugünlere ulaştığımızı hep ıskalıyoruz…

Hadiselerin biraz daha arka plânına baksak, bu mazlum milletin 1932-1950 yılları arasında 18 yıl EZAN’ına dahi hasret kaldığını görürüz. Harf Devrimi ile Kur’an ve dini kaynaklarından; Şapka Devrimi bahanesiyle de “kelleleri alınan” âlimlerinden, molla ve mele gibi ayaklı İslâm kaynaklarından mahrum bırakıldığını da görürrüz.

Cenazeyi yıkayıp defnedecek imama dahi hasret kalan bir toplumun çocukları veya torunlarıyız.!

Bakın ne diyor hatıralarında, “Devrimler” için Milli Şef’imiz: “Harf Devriminin tek amacı, hatta en önemli amacı okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam Dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenmeyecekler, yeni yazıyla çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazıldıklarından okunamayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.” (Cilt 2 Sayfa 223) Merak etmeyen, okumayan ve “Belletilen Ezberler”le idare edip, “Belletilmiş Refleksler”le itiraz eden kardeşlere de uyanmaları ümidiyle..

Dinini dahi rejimin belirlediği sınırlar içinde ve anlayışla öğrenerek ayakta kalabilmiş bir toplumda mükemmellik aramak ne kadar doğru ise, o kadar haklıyız.!

Mükemmel olan İslâm Dini’dir ve tüm insanlık için inmiş SON DİN’dir. Tek hedefi insan ve onu kâmil hale getirmek olan bu yüce dinde; Müslüman, ancak mükemmelliğe talip ve muhtaçtır. Müslümanların yanlışları, defoları, hataları ve günahları üzerinden İslâm gibi mükemmel bir din ve anlayışı yargılamak ne kadar doğru ise, o kadar haklıyız.! 

Evet; en az 150 yıl sürmüştür bu hasret ve bu mazlum millet sonunda, (defolu da olsalar) yetiştirdikleri evlatları eliyle bu hasrete son vermiştir…

Şu son 11 yılda artık iyice anlaşılmış ve kabul görmüştür ki: Türkiye’de olan biten bir rejim tehlikesi değildir. Şeriat tehlikesi hiç değildir. Bu kadar zamandır toplumsal süreçlerden dışlanmış olan bir kitle, toplumsal nimetlerden ve iktidardan pay istemiş ve bunu başarmıştır. Ciddi bir sosyolojik dönüşüm geçirerek, modern dünyaya ayak uydurmaya çalışan bir toplumun, birikmiş safralarını temizleme mücadelesidir bu.

Kendi içinde safraları olmayacak mı?! Sabırla ve farkında olarak bu safralardan da kurtulacağız elbet. Son 90 yılda ve işin başında başlayan bir “arızanın” kurbanları; arızasız, defosuz ve mükemmel değil tabii ki…

Ebu Cehil soyunun kendi mahfillerinde ürettikleri türlü “Bizans Oyunlarıyla”, bu mazlum milletin önüne yığınla engel çıkaracağının ve “sağdan da yanaşarak”, bizleri de bu tuzağa çekeceğinin farkında olalım.!

Boş bardakta doluluk arayanlar karşısında, dolu bardakta dudak payı kadar boşluğa takılıp, oradan mutluluklar devşirmek de normal değil.!

Değilse Sinan Paşa’nın 1486 yılındaki vecizesiyle yazıma son vereyim ve içimizdeki ego kurbanlarına şifalar dileyeyim:

Ş’afi Allah’tır, îtikad O’na gerek; ve müsebbib-ûl esbab O’ldur, îtimad O’na gerek”

Anlayana duayla…

Selamla…

@DoganTopgul